01 Mart, 2006

ALLAH - PEYGAMBER - KİTAP








"Tarih Tezi" Işığında:

"Fe-in tevelev Fe- kul hasbiyallâhü Lâ ilâhe illâ hü, aleyhi tevekkeltü ve Huve Rabbül - arşil aziyim."

"Eğer yüz çevirirlerse, onlara deki: "Bana Allah yeter. Ondan başka tapılacak ilah yoktur. Ancak ona güvenip bağlandım. Ve o büyük arşın sahibi Rabbimdir".

Peygamberler, ne zaman toplumcul evrimin ağdalı-karmaşık akışından başları dara düşse; kendi çağlarında tarihsel determinizmin en yüksek ifadesi olan (binlerce yıllık kutsallık geleneklerinin kabuğu içinde de bulunsa bilim ve bilgi yüklü olan) "Allah" yorumculuğuna sığınırlardı. Tıpkı modern sosyal devrimcilerin sıkıştıkça "Bize tarihsel determinizm yeter !" deyip demir çarık demir asa bilim - devrim görevlerinde daha fazla yoğunlaştıkları gibi. Çünkü antik peygamberler de kendi ölçülerinde tarihsel devrim görevleriyle müjdelenmiş idiler. Ve tarihsel devrimler en temelde üretici güçler determinizmiyle işleyen komüncül kollektif aksiyonlu insanın, kutsallaşmış (medeniyete geçiş: sınıflı topluma parçalanış) haliydi.

Kutsallaştırma prosesi de insanlık tarihinin açılıp kapanan ama birbirlerini aşamayan üretici güçler cycle'larına: kendilerini yeniden üretiş devirdaimlerine uyar:

Kutsallaştırma gidişinin son halkasında, son peygamber, son (veda) hutbesinde şöyle seslenir: "Ey insanlar! Bugünleriniz nasıl kutsal bir gün ise, bu aylarınız nasıl kutsal bir ay ise, bu şehrimiz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle kutsaldır, hertürlü tecavüzden korunmuştur."

Kutsallaştırmanın ilk halkası olan Totemizmde de böyledir: Komün, Totemi'ni kutsallaştırıp o'nu kendi ruhu üzerinde egemenleştirirken, aynı zamanda kan teşkilatlarını - üretici güçleriyle birlikte her şeyini; insanını da kutsallaştırıyordu. Toplum biçimleri geliştikçe kutsallaştırma üretici güçlere yansıdı ama hep aynı temellere uymadan edemedi. Binlerce, onbinlerce yıl sonra bile aynı temeller; açılarak, genişleyerek, tanınmaz boyutlara gelecek ölçülerde de olsa son peygamberin tutumunda böyle dilleniyordu...

GİRİŞ
Konumuz; " Din "; üzerinde en çok spekülasyon: düşünce vurgunculuğu yapılan alan! Oysa tam tersi olması gerekir: öyleyse bilimin en çok kılıç kuşanması gereken alanlardan birisi de din konusu olmalıdır. Bu yüzden bu alanda "İdeoloji" ve "politika" sökemez, sökememelidir. O yavanlıklar ancak bilim ateşiyle durdurulup dönüştürülebilir.

Meselemiz hiç de İkincil-üçüncül kategoriden bir iş sayılamaz. Çünkü din konusu, sadece toplumun çatısında tıkırdayan bir kültür meselesi değil, insan beyninde düşünce mekanizmalarında işleyen adeta sistemleşmiş canlı bir düşünce biçimidir. Ve insan beyninde kolayca sökülüp atılamayacak derinliklere yapışmış köklere sahiptir.

Söküldü sanıldığı yerde, başka bir nesnenin veya konunun Fetişe edilişine: tapımına dönüşmüştür: İnsan şuuru kendisini bilemedikçe ne maddi nesnelerin ne de manevi konuların fetişizmini (tapıncını) aşamaz.

İnsan toplumunun gidişine göre daha maddi daha manevi tapınışlar öne çıkmaktan geri durmazlar. Ama bu öne çıkışlar daima insan zihninin işleyiş yasalarına etle tırnak gibi bağlı gelişirler. Çünkü insan üretici gücü toplumsal kanunlarla işlerken, herşey insanın beyin aynasında yansımakla kalmaz; o yansımalar yeniden topluma dönerken etki tepkilerde insan zihni ve toplum, kuşaklar boyunca sürüp giden gelenek göreneklerini oluştururlar. Ve onlar kolay aşılıp - kazınamaz.

İnsan toplumu ve düşünüş sistemi, hasbel kader tesadüfî olarak tanrısallaştırmalara kapılmadığı gibi; "Matah" fetişizmine veya nesnelerin tapıncına, illüzyonlarına da öyle gelişigüzel düşmez veya düşürülemez. Başta toplumsal gidiş kanunları etkin bulunur. Her kişide ayrı ayrı yansıyan düşünce işleyişi de, kendi başlarına ayrı birer dünyadır. Ve ayrı bir uzmanlık alanı oluşturur. Fakat toplumsal yasaların işleyişlerinden hayat buldukları için son zerrelerine kadar toplumsaldırlar. Ve kanunumuz içine girerler.

"Tutkular" insanı yeniden ve yeniden öldürüp diriltebilirler. Bu sadece toplumsal değil, aynı zamanda zihinseldir de.

Modern çağda "Matahlar"ın veya daha geniş anlamda nesnelerin manevi konuların tapınçları aşılmış gibi dururlar. Tarihsel devrimlere kıyasla sosyal devrimler, eski uykuda gezer, şuursuzluktan veya altşuura atılışlarından ve yıkımlarından kurtulmuş sayılırlar. Bilinç ve teşkilatlanma geliştiği ölçüde matahların fetişizmi de aşılır elbet. Ama kutsallaştırmanın öyküsü bitmiş görünmüyor.

İnsanlığın sosyalizmi yakaladığı günümüzdeki aşamasında bile; "sovyet" insanlarının ölümleri bahasına "duvar"ları aşmaya çalışması, sadece kapitalizmin yarattığı tüketim illizyonlarıyla (kabaca) açıklandığında bile, insan şuurunun hâlâ matah ve nesnelerin tapıncını aşamadığı ortaya çıkar.

Maddiyatın maneviyatı ezişi ve tüketişi sürmektedir. Demek modern proletarya da, modern büyük-küçük burjuvalar gibi nesnelerin tapıncının potansiyel tehditi ve tehlikesi altında bulunur. Konu bu kadar ciddi ve ebedi gibi görünmektedir. Stalin ve Mao'ların saraylara taşınmakta gecikmeyişleri tesadüf sayılabilir mi? İrice "Markisist - Leninistler" böyle yaparsa, ufakları kimbilir neler yapmazlar?

"Tapınçlar" konusu doğrudan kutsallaştırma prosesine ve insan zihninin işleyiş yasalarına bağlıdır. Burada ikincisine giremeyeceğiz. O apayrı ele alınacak başlı başına bir alandır. Fakat dolayısıyla eğilmiş olacağız. Çünkü her ikisi de bir arada bulunur; toplum ve kişi gibi....

İnsan toplumu da, canlı türlerinin gelişim kanunları benzeri kendi kanunlarına uyar. Ancak o kanunların kökleri çok derinlerde kaldığı ve büyük sansürlerde toplum biçimleri katmanları altında gömülüp kaldığı için insan toplumunun gidiş kanunlarının olabileceği bile önemsenmedi ve asla kavranmadı. Tarihte hiçbir gidiş kanunu bulunmadığı iddialarına dek sapıldı.

Oysa üzerinde hiç durulmak istenmeyen, insan toplumunun doğadan gelme, ilk doğal ham pırlantası: çekirdeği olan Komüncül Toplum, tarihin bütün kilitlerini açabilecek BİRİCİK anahtardır. Çünkü en ilk temel çekirdek olması itibariyle, toplum biçimlerinin bütün gelişimi kanunlarını kendi içinde saklar.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı

Hiç yorum yok: